30 Haziran 2010 Çarşamba

Değişen Gündem

haziran ayı pek bir koşturmacalı, çok yolculuklu, uzun zamandır görmediklerimle kucaklaştığım bir ay oldu. biraz da çok çalışmam gerekti, evimin yolunu unuttum, evim beni unuttu. iki haftadır gözlük kabımla birbirmizi arıyoruz evde; henüz kavuşamadık.

anlatacak güzel şeyler biriktirmiştim. istanbul'la yeni karşılaşmalar, enfes mano burger.. sonra ilk ve heyecanla beklediğim avrupa maceram; a la belcik.. marcus'la fırtınalı ilişkimiz.. "evo gelin", "tatlı hulusi"..

sonra bir şey oldu. bir yakınım, bir "çok yakınını" kaybetti, berbat bir şekilde. pek çok şey anlamını yitirdi, pek çok şey daha bir anlam kazandı.

şımarıklık gibi geldi neşeli hikayeler anlatmak. halbuki muhteşem bir hayat yaşamazken küçük güzel şeyleri görünür kılmak istemiştim yazmaya başlarken burada. belki genel yorgunluk da tetikledi yazma tembelliğimi. yazarım belki yine de, daha sonra.

yaşım ilerledikçe hem aileme düşkünlüğüm arttı hem de ailem gibi sevdiğim arkadaşlarıma bağlılığım. her iki tarafın da hakkını veremiyorum son birkaç yıldır, yetişemiyorum. iyi niyet mektupları yazıyorum içimden.

insan yakın yaşamalı sevdiklerine. görüşemese de görüşebilir olduğunu bilmek rahatlatıyor bünyeyi.


-eksenim biraz kaymıştı, toparlıyorum yenice-


5 Haziran 2010 Cumartesi

2 Film Birden

Ara verince yazma sıkıntısı böyle taş gibi oturuyor içime, kaya gibi. Dersiz topsuz bir yazı olsun bu.

2010 yılının ilk üç ayını şehir dışına çıkmaksızın –her gün yapılan 35km mesafeye zorunlu yolculukları saymazsak- geçen zaman “içimi şişirirken” havada uzun uzun süzülen leyleği görünce bir rahatlama gelmişti. Şehirden uzaklaşmalar başladı, kalıcı rahatlamayı heyecan ve umutla bekliyorum.

Havaların pek bir güzel ısındığı bir evrede haftasonu koşarak gittiğim İzmir’de otobüsten –otobüste koşma taklidi yaptım- sırt çantamı almayı beklerken yüzüme damlayan ilk damlayla yağmurlu bir haftasonuna kollarımı açtım. Servisten inip Urla minibüslerine ilerlerken 23 Nisan firarımda hayran olduğum Muz Sesleri beni terminal duvarında karşıladı. Yağmur istediği kadar yağsın, dedim.

-izmir ece'yi selamlıyor-

Urla’ya gidiş yolunda –daha önce bir kısmını çeşitli seferlerde kat etmiştim- pek çok güzel evle pek çok sevimsiz evin karmaşasını izlemek durumunda kaldım. İnsanların yağmura rağmen o yokmuş gibi giyinmiş ve kuşanmamış olmaları hoşuma gitti. Urla’yı çok fazla gezemedim, yetersiz bir değerlendirme olabilir ama çarşısının eskiden gelen kısımları sevimsiz havaya rağmen içimi açtı.

-urla arasta-



Enfes gözlemeli kısa bir aile ziyareti, 1 saatlik turistik bir yürüyüş ve Türk kahveleri sonrası yüzümüzü Foça’ya döndük. İzmir-Foça arası, Urla-İzmir yakınlığında, mesanem gençliğimdeki dayanıklılığında değilmiş. En sevdiğim eylemlerden otogar tuvaletine koşmayı Foça’da da gerçekleştirmek durumunda kaldım, gururluyum. Dolmuş marifetiyle otele ulaştık ve sanki gece hemen hemen hiç uyumadan yol gelen ben değilmişim gibi çok cesur hareketlerle mayomu giyinip sahile koştum. Cesaretimi kara bulutlu havada denize girmek yerine Foça’ya yürümeye yönlendirdim. Dolmuştayken gözüme kestirdiğim yeri etrafında birkaç tur atmama rağmen bulamadım ve sahilde bir başka masa bulup oturdum. Enfes bir şarap, bol miktarda turlayan insan ve asker yavrusu ve pek sevgili defterimle bir saat geçirdikten sonra otele döndüm. Duş ayılmasını rakıyla bertaraf edip gece yarısında yatağı bulmanın sevinciyle uyudum.

Sabah yüzme azmimi yeterince soğuk denize yönlendirdim. Sahilde bir-iki insan evladı daha olsaydı biraz daha uzun vakit geçirebilirdim denizde ama yarım saatle yetindim.

Yeni Foça üzerinden İzmir’e döndüm. Her şeyin yenisi mi, eskisi mi makbuldü, bilemiyorum ama Foça’nın eskisi güzel.

Feribotla Bostanlı’dan Üçkuyular’a, oradan Güzelyalı’ya sonrasında Kemeraltı’na ve çok seri bir şekilde Sahil Evleri’ne uğradıktan sonra otobüse koşarak bozkıra dönüş yoluna geçtim.

Aradan haftalar geçtikten sonra:
►Foça, Urla’ya bin basabilir. Hatta basar gibi ama ikisini de hakkını vererek gezmediğim için çok yerinde bir değerlendirme olmayabilir.
►Yaz aylarında karasal toplu taşımaya kişi sınırlaması getirilmeli.
►Kemeraltı anormal kalabalıktı, minicik tavşanlar satılıyordu; daha sonra kendilerini gece yolculuğunda kabusuma dahil ettim.
►İzmir bana kocaman geliyor hep ama düzensiz bir kocamanlık. Düzneli kocamanlık nasıl olur, onu da bilmiyorum.
►Fırsat buldukça ebeveynlere koşmalıymış insan; onlar mutlu olunca ben de mutlu oluyorum. Bir de mutlu olduklarında şımartma yetenekleri artıyor.
►Pazartesi sabahı işe yetişmek üzere Pazar gecesini yolda geçirme planlarında 2 saatlik kazdan yol kapanması payı hesaba alınmalı.
►Şişmeyen ayak teknolojisini heyecanla bekliyorum.
►Karataş gerçekmiş.

İzmir’i takip eden haftasonu İstanbul firarı gerçekleşti. 2-3 yıldır görmediğim bir kısım arkadaşımla Cuma akşamı şaraba belendik. Cumartesi son yılların en neşeli şahitleri huzurunda güzel mi güzel arkadaşlarımın nikahı kıyılırken kırılan topuğuma hayalet organ muamelesi yaptım. Akşamında yine uzun zamandır görüşülmeyen canlarla bir oyun, bir rakı, bir rakı daha, bir rakı daha, bir r.. Pazar sabahı Anadolu Kavağı’nda çatlayana kadar kahvaltı, yaklaşık 20 yıllık bir aradan sonra. Bir paragrafta kısacık anlatabildiğim haftasonunun bitiminde otobüse bindiğimde dünyanın en mutsuz insanı oluverdim, İstanbul’la mesafe arttıkça.

-Anadolu Kavağı'nın verimsiz arazileri-


Ayık vakitlerden kalan:
►Arkadaşlar candır.
►Nada’nın şarabı Viktor Levi’nin şarabını döver.
►Leş burger sadece Kızılkayalar’da güzel. Arkadaş manevrasıyla yöneldiğimiz Marmaris Büfe’de yediğim hamburgerin bende yarattığı üzüntüyü,üzerine yuvarladığım Marmaris tostu alt edemedi. Üzüntü ve mide spazmıyla inlerken Kızılkayalar’a gidip nereme yediğimi bilemediğim bir lokma leş burgerden beni mahrum bırakmayan İpekoğlu, en sevdiğim arkadaşım.

►Ne zaman minimal eşyayla bir yerlere gitsem daha fazlasına ihtiyaç duyuyorum. Allah ayakkabı tamircilerini başımızdan eksik etmesin.

►Kaç yaşımıza geldik, bir araya gelince yine eşek sıpaları oluyoruz. Mis gibi hem de.

►En güzel gelin, rakı içen gelindir.
►Bir de ağzımızla içmeyi öğrenseydik.