6 Aralık 2013 Cuma

Pambık



buyurmuş, Tahsin Yücel.


31 Ekim 2013 Perşembe

Bir Fıstık Kitabı

Canım komşum A.B.S.Ç. bana "Bir Fıstık Kitabı" hediye etti! Kitap 1983'te basılmış, çeviri Can Yücel'e ait. Can Yücel, Snoopy'yi epey konuşturmuş, hem de besmelelerle, haltlarla, boklarla. Çok sevdim, Snoopy'nin tahminen en geveze kitabını.













11 Ekim 2013 Cuma

30 Eylül 2013 Pazartesi

14 Eylül 2013 Cumartesi

Hayat

Hayat bir yerde durmuş sanki. Şubat ayında. Yazmaya başlayınca neden durduğunu ilk etapta çıkaramadım. Cümleler arası 5 dakika. Sonradan farkına vardım, mart sevimsiz gelmiş.

Bu sene, 2013, nedense bir sevimsiz başladı, öyle hissettirdi doğduğu noktada. Sonra da üst üste sevimsizlikler. Mart başında büyük teyzem aniden "elveda" dedi.  İki hafta boyunca direndi ama ben nedense bunun bir direnme olduğunu idrak edemedim. Gücünden emindim belki, belki konduramadım. Ve gitti. Ardında bir grup dağılmış insan bıraktı. Beni sevgili kız kardeşimin, kardişkomun, ablamın kollarına bıraktı. Olumsuzluklardan güzellik çıkarma eğilimimde bana her daim farkında olduğum ama zaman zaman unuttuğum kardeş korumasını cümleyle ifade etmekte zorlandığım bir şekilde yaşattı. Verdiği her şey bir yana, bunun için özellikle teşekkür ediyorum Güllaç'a. 

Ardından tollimin tatlı annesi bizi korkuttu, çok korkuttu ama korktuğumuzla kaldık, sağlığına kavuştu. Bize böyle şakalar yapmayacak bir daha.

Daha önce görüp de çok algılamadığım Brüksel'e, hiç görmediğim Paris'e; ihtişamlı müzelere; güzel/idare eder konserlere gittim. Hiçbirini yazmak gelmedi içimden.

İzlemek ve okumak için kendimi zorladım ama zorlamayı bıraktım bir noktada. Piç ettim zamanımı, güzel yaratılarla karşılaşmaksızın. Mutfağın kıyısından geçmedim, aylardır yediklerimi herhangi bir sağlık seviyesiyle eşleştiremiyorum.

Sonra algımın açıldığı yaşlarımdan bu yana en heyecanlı, en korkunç, en umut veren, en karamsar, en endişeli, en şiddet dolu, en özgür, en korkak, en bağımsız, en insancıl olaylar başladı. Öncesindeki ayların bireysel sıkıntılarını düzledi olaylar. Algımı allak bullak etti. Tanıdığım her bir insan evladı için endişelendim. Arada bencilce kendi yaşamım ve geleceğim için karamsarlığa kapıldım. Beklentilerim, umutlarım, inançlarım, bağlılıklarım, sevdiklerim, sevmediklerim, korkularım, önceliklerim.. hemen her şey yer değiştirdi. Gördüğüm/bildiğim ve tanımayıp tanış hissettiğim dünyanın en muhteşem insan topluluğuna içimden geldiği kadar eklenemedim, korkularımdan insanlara ayakbağı olduğum durumlar yarattım, bir noktada kendimi kabullenip ayakbağı olmaktansa evde kendi kendimi yemeye yöneldim. Silüetten ibaret bir kısım insanın insanlığını tanıma mutluluğunu yaşadım, bir başka kısım insana sevgim ve hayranlığım arttı. Hayat bütünüyle boyut değiştirdi.

Yol ayrımına geldim. Ağladım, sızladım, kırdım, döktüm, kırıldım. Kendimce doğru olanı yaptım. Yoruldum, yıprandım, saçmaladım. Ama ilerledim.

Kardişkomun güzel Eros'u beni ziyaret etmeye karar verdi ansızın. Beni epey salladı, sarstı. Çok iyi etti. Ayaklarım yerden kesildi, yeniden bastı üzerlerinde taşıdıkları oluşumun biraz daha farkında olarak. Hayatta güzel, muhteşem sürprizlere açık olmamı sağladı. Yeniden okumaya başladım ki, enfes oldu, hayatla yeniden temas kurduğumu hissettim. Aldığım her bir nefesi sevmeyi öğrendim.

Yeniden yazabileceğimi hissetim. Mutlu oldum.

Özet:

1. Kardeş dünyanın en güzel varlığı.
2. İnsan ve dilediğince yaşama hakkının üzerinde bir değer yok.
3. Sevmek muhteşem.






28 Şubat 2013 Perşembe

Festival Duası


Müzikle ilişkim hiçbir zaman çok samimi olmadı. Dönem dönem yoğun hayranlıklar beslediysem de bir süre sonra bu bir sıkkınlığa dönüştü. Halen haftalarca, orada burada çalan ve kulağıma çalınan dışında, müzik dinlemeden zaman geçirebiliyorum. Bu bazen ihtiyaç hissetmemekten, bazen de ani gelen bir doygunluktan kaynaklanıyor. Bununla birlikte canlı müzik dinlemekten hoşlanıyorum. Daha önce dinlemediğim insanları dinlemekten zaman zaman heyecan duyuyorum. Müzikten haz alma lobumun eğitilebileceğine dair bir inancım olmakla birlikte tembellik eğilimim sebebiyle vasat dinleyici olmaktan öteye geçemiyorum.

Haftalar önceden 16. Ankara Caz Festivali için biletlerimizi aldık. Konserler başladığında kimi bileti neden aldığımızı hatırlamıyordum. Bir de bileti önceden almakla ilgili şöyle bir sıkıntı var; alım zamanının heyecanı ile etkinlik zamanının enerji seviyesi birbirini tutmayabiliyor. Konser salonu yerine evimin salonuna yönelme eğilimi belirebiliyor. Duyurular erkenden yapılsa ancak biletler son dakika satışa çıksa da ona göre seçsek, gitsek konserlere, filmlere (seneye yeni yıl mektubumda dilek listeme alıyorum).

İlk konser tam bir fiyasko oldu. Pek hevesliydim Akın Eldes dinlemeye ancak bilet alırken konserin Cuma akşamı 18.30’da başlıyor olduğuna dikkat etmemişim. İşten çıkıp konsere yetişmek üzerine –gerilim dolu- bir takım senaryo çalışmalarında başarısızlığa uğrayınca paşa paşa bilet iadesinde bulunduk ve konsere gidemedik. Bu vesileyle mybilet’in açık para mefhumuyla tanıştık. Ben gençken kredi kartına iade yapılıyordu, artık bilet tutarı mybilet hesabınıza aktarılıyor ve bir sonraki bilet alma girişiminizde isteseniz de kredi kartıyla ödeyemiyorsunuz, illa ki öncelikle açık paradan ödeme yapıyor (vallahi olmaz!).

9 Şubat’ta Murat İşbilen Quintet ile geç de olsa açılışı yaptık. G.A., kardeşi C.A.’nın vakti zamanında gitar hocası olması sebebiyle biliyormuş kendisini; bu sebeple listemize almışız, bunu hatırlıyorum çok şükür. Efendim, konser öncesi sunumda dediler ki “dünya müziği”. Şimdiiii, “dünya müziği” denilince bir, “etnik müzik” denlince iki.. Bana bir ürperti geliyor. Nitekim, Murat Bey’in ekibinde de bir kajon olması, şarkılarda Flamenko ritmi tutulması ile bize bir “dünya müziği” konseri vermeleri benzer bir ürperti yarattı. Müzisyenler enstrümanlarını gayet güzel çaldılar ama sanırım parçalar beni pek de sarmadı. Murat Bey, dünyanın en mütevazı müzisyeniydi, ilk kez bis aldıklarını dile getirecek kadar. Yakında albümleri çıkıyormuş (belki de çıkmıştır!), heyecanlılardı. Bir de Gülümcan şarkısı varmış, Murat Bey’in. Meğer her bir yerde çalınırmış kulağımıza da onun olduğunu bilmiyormuşuz.

Ölümüne müziksever bir insanmışım gibi, Murat İşbilen sonrası Önder Focan Grup & Meltem Ege konserine koştuk. Biraz cimrilik yapmışız, en arka blokta olmamız dikkat dağınıklığı yarattı. Ancak müzik gayet güzeldi. Yine de caz parçalarına yazılmış Türkçe sözler içimi pek açmadı. Hızla okunan heceler, benzer bir şarkının İngiliz dilinde seslendirilmesindeki benzer hızlı okumaların yanında yangından mal kaçırma, kapıya sıkışmamak için koşarak bir yerden geçme, metroya son dakikada atlama gibi huzursuz bir hissiyat yarattı. Milliyet Sanat Ocak sayısında Ece Göksu demiş ki "..her caz parçasına Türkçe söz olmuyor...Cesaret isteyen, zor bir iş..". Pek iyi demiş, dedim.

Bir hafta ara verdikten sonra yüzümüzü Cer Modern’e döndük. 18 Şubat akşamı Francesco Diodati - NEKO konserine gittik. 3 Francesco ve 1 Ermanno'dan oluşan grup gayet güzel bir konser verdi. Cer Modern, konser girişi içecek güzelliği ve salonunun ferahlığı ile gönlümü çeldi. Konserin sonuna doğru her ne kadar menopoza üç adım daha yaklaşmış olsam da salon büyüklüğü ve akustiği ile konsere gereken özeni vermeme yardımcı oldu. Konser çıkışında yerel sanatçılara destek projem kapsamında grubun bir adet cd’sini edindim. Almanya konser gezmelerimde olduğu üzere bir albüme 20€ vermemenin küçük mutluluğunu yaşadım.


Aynı hafta içinde, başlangıç programımda olmayan Karsu Dönmez konseri için yeniden Cer Modern'e koşturduk. Son derece tutarlı bir insan olduğum için -en azından bu festival kapsamında- yine daha önce hiç dinlemediğim birisinin konserindeydim. Karsu kızımız -sanki ailemizin tatlı, kaprissiz, neşeli küçük kızı- şahane ötesiydi. Sesi gerçekten çok güzeldi, sanırım hayatımda ilk defa bir konser boyunca solistin sesi bir kez olsun beni tırmalamadı. Kendi besteleri gayet güzeldi. Türkçe şarkıların, türkülerin caz yorumu gayet güzeldi -Türkçe yazılmış caz parçaları değil, dikkat-. Hatta Domates Biber Patlıcan bile güzeldi, ki Barış Manço şarkılarına hiçbir zaman yakınlık duymadım. İkinci biste Çok Uzaklarda'yı söylemeseydi (L. McKennitt ömrümden ömür götürüyor) dört dörtlük bir konser olacaktı. Olsun, o da bir nazar boncuğu (caz ve nazar boncuğu bu meyanda buluşuyor!).


Festival kapanışını MEB Şura Salonu'nda Dhafer Youssef Quartet ile yaptık. Konserin yıldızı muhteşem soloları ile davuldaki Chander Sardjoe oldu. Kendisi, udi Dhafer Youssef'a karşı içten içe duyduğum "dünya müziği" korkumu yenmeme yardımcı oldu. Dhafer beyin udunu çok duyamadık ama farklı diyarlarda dolaşan sesi Cuma akşamı iş çıkışı saadetine yetti. Türlü telden arkadaşımı da bu konserde gördüm; ya kendisi pek popüler ya da "dünya müziği"ne çok yakın. MEB Şura'da, Cer Modern'in şık bayanlarının yerini alter gençlerimiz aldı; işten yetişme kostümümle çok efendi kaldım. Salon az daha havalandırmalı olsaydı belki gözlerimi daha az kapama ihtiyacı duyardım. Bilemedim. Sahneden çok bu kadar detayla ilgilendiysem, "Neden Cafer demiyoruz, hangi harf gelse Cafer derdik?" diye düşündüysem; pek bağlanamamışım sanki konsere. Ama güzel miydi konser? Güzeldi.


Umarım bir sonraki festivalde de güzellikle anacağım konserler olur (amin).




20 Şubat 2013 Çarşamba

8 Şubat 2013 Cuma

Cer Modern - Şubat


Geçtiğimiz cumartesi, başkentimizin kısıtlı hadiselerini –gezinti, yemek, sergi, sinema, bar ve fazla mesai- aynı günde deneyimleme azmiyle sabahın köründe işe gidip, öğle saatlerinde ofisten koşarak uzaklaştıktan sonra, kalede oltu kebabını götürüp yüzümüzü Cer Modern’e döndük ve ilk olarak şehrimizin güzide ilan panolarından bizi selamlayan Ahmet Güneştekin’in Yüzleşme sergisine adımımızı attık.

Ahmet Bey hakkında hiçbir fikrim olmaksızın sergisine teşrif etmeyi hiçbir baskı altında kalmaksızın seçmiş olmam, sergi boyunca gördüğüm resimlerden yaşadığım sıkıntıyı hak ettiğim anlamına mı gelir? Zannetmiyorum. Hemen her resimde bir haç, bir yıldız, bir hilal; hepsinde aynı doku, benzer renkler, Aslı ile Kerem, Troya, vb.. Saçımı başımı yolarak salondan çıkmak istedim ama bir görsel sanat uzmanı olmadığım bilinciyle halkı galeyana getirmekten kaçındım. Halk, çoğunluğu orta yaş ve üstü çiftlerden oluşan tenha bir topluluktu ve bu çoğunluk hemen her resmin önünde sırayla birbirlerinin fotolarını çektikten sonra gözlerine kestirdikleri diğer ziyaretçilerden birlikte çekim rica ediyorlardı. Ben de payıma düşen bir telefonla birkaç titrek foto çektim, bir orta yaş sergi çiftinin. Acaba önünde fotoğraf çektirdikleri herhangi bir resmin adını hatırlayacaklar mı?
Video yerleştirmeleri nispeten daha ılımlı (olumluyla ılıman arası) bir etki oluşturdu. Ancak videonun başında Moth olan Pervane, neden videonun izlendiği bölmenin girişinde Propeller olmuştu, onu anlayamadım. Keşke videoyu o alanda göstermeyi planlayan kimseler, öncesinde videoya bir göz atsalarmış.
Bir de videoların alt ve üst yörelerinde görülen oynatıcı ikonları, “x_kadın. Mpeg” gibi yazıları görmesek sanki daha güzel olurmuş. Resimlerin yer aldığı ana sergi meydanının pırıltılı cafcaflı renklerine gösterilen özenin yarısı gösterilmemiş video alanına.
Yüzleşemedikten sonra Gerçek Kötüler Sanat Kolektifi’nin Bizzat Ben Kendim – Bir İkilem Olarak Ben sergisi için alt kata yöneldik. İçim de, zihnim de açıldı, bu sergideki işleri görünce. Eğlenceli, zeki, kimi kaşıyan işlerden birkaç foto gelsin (ben önlerinde poz vermemiş olsam da).



Zuhal Baysar – Benlik


Nilay Kalınbayrak – Çerçeve




Bashir Borlakov – Ramon Merkader’in Rüyası


Elmas Deniz - Otoportre
Erdal İnci’nin Karaköy’de Otoportre videosunu ve Sevda Kal'ın Statü/Rol işini de sevgiyle anmak istiyorum, bu noktada.
Yüzleşme, 30 Mart’a; Bizzat Ben Kendim – Bir İkilem Olarak Ben 24 Şubat’a kadar Cer Modern’de sergilenmeye devam ediyor.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Dedem Bir Kiraz Ağacı

Bu dönem Roman İnceleme Semineri nispeten rahat ilerliyor, kitapları zamanında okuyup araya başka şeyler sıkıştırabiliyorum. Bugünün güzeli ise Angela Nanetti'nin Dedem Bir Kiraz Ağacı kitabı oldu. Kitaplığımdaki okunmamış kitap sayısını bir türlü aşağıya çekemezken ve kendime kitap alımına dair çeşitli ambargolar koyup uygulamada başarı gösteremezken, bir aralık ayı kaçamağı olarak edindim bu kitabı. Tamamen kitapçı raflarında gözgöze gelmemizle başladı samimiyetimiz.

Minnoş arabamı cumartesi gecesi biraz hırpalayıp ardından servise yolcu ettiğim için dün toplu taşımada geçen uzun saatlerimde bir kısım okunmamış çocuk kitabımla hovardalık yapma fırsatım oldu. Eve ulaştığımda motivasyonumu kaybetmeden Kiraz Ağacı'nı raftan aldım ancak yorgunluğumdan selamlaşmamız bu sabaha kaldı. 

Sabah servis yolculuğumun göz kapaklarıma baskı yaptığı son dakikalarında bile kitabı elimden bırakamadım. Dedeciğimi çok özlemiş olsam gerek.

Kitapta Tonino, babaanne ve dedesiyle aynı apartmanda yaşıyor, zaman zaman da yakınlarındaki bir köyde yaşayan anneanne ve Ottaviano dedesine ziyaretlerde bulunuyor. Sevgili Günışığı Kitaplığı, kitabın başında "Yabancı Adların Okunuşu" diye bir sayfa ayırmış ve Tonino'nun "Antonico'cuk" anlamında olduğunu fısıldamış. 

Her ne kadar köyde yaşamış dedemin -babamın babası, ki büyükbaba dedik hep kendisine- kiraz ağaçları olsa da, şehirde yaşamış dedemi -annemin babası- özledim kitabı okurken. Büyükbabam bize el salladığında henüz ilkokkulda olduğum için belki de, pek anı biriktirememişim onunla ilgili. Anacığımın babası ise üniversitede terki diyar eylediğinden her zaman daha canlı anılar, biraz daha fazla burun sızlaması var onu andığımda.

Üç kız babası dedeciğimin iki kız torunu olarak ablamla ben, bizim "güzel okullar" okumamız hep bir övünç kaynağıydı onun için. Üstümüzü başımızı düzgün giyinelim; bir koluna birimizi alsın da sokaklarda salınsın çok hoşuna giderdi. Bir de oturma odalarındaki sedirde dedem "uzun otururken" onun bacakları ile sedirin sırt minderleri arasında kalan üçgene sığışıp sırnaşma mücadelemiz vardı. Mual'e olan bitmek bilmez sevgisi (ve bence sabrı), ona sevgililer gününde almış olduğu çiçeklere yazdığı notlar; hacıdan beklenilmez incelikteydi.

Üniversitede 1. sınıfın dönem arası tatilinde bir pazar sabahı, yaz tatilinde bana teknik resim çalıştırma talebini canı gönülden kabul ettiğim kahvaltı sonrası ablamla okulumuza yollandık. Takip eden çarşamba akşamı cenazesi için artık yarım olan evlerindeydik.

Halen ne işe yaradığını anlayamadığım mühendislik diplomamı aldığım gün, en çok onun yanımda olmasını istedim. Ona dair en büyük hayalim benim mühendis olmamı görmesiymiş. Olmadı.

Ottaviano Dede, benim dedemden çok farklı. Belki biraz sevgileri benzeşiyor. Ama Tonino ile Ottaviano'nun tatlı hikayesi gerçekten okunmaya değer.

Yarın akşam dedemin tüm "enikleri" bir arada olacak. Sanırım en çok onu özleyeceğiz.


5 Ocak 2013 Cumartesi

Biten Yıla Saygı Duruşu

Yine aylardır dokunmadım bu sayfaya, çanta gezginlerim dışında. Düzensizliğimin kendi düzenim olduğunu bilir ama yine de anlamsız bir "düzen oturtma" çalışmasına girmekten kendimi alıkoyamam. "Süreç" içinde yorgun düşerim, tam düzen oturttuğumu düşündüğüm noktada yeni bir dürten çıkar, dengem bozulur. Bazen de ne yaptığımı, neye koşturduğumu düşünmeksizin kaptırırım kendimi akıntıya; bir dala takıldığım yerde sorarım kendime nerede olduğumu.

Böyle bitiverdi bir yıl daha. 

Yılın son çeyreğinde hep istediğim bir şey yaptım ve umag'ın Roman İnceleme Semineri'ne başladım. İkinci dönem ödevim olan İnce Memed'leri bitiremeyerekten sınıfta kalmış olsam da "gece okulu" ile eksiğimi kapatmaya çalıştım. Bu dönemde başka herhangi bir kitap okumaya zamanım olmadı. Ancak şimdi, dönem arasındayken, son aylarda bakıp bakıp iç geçirdiğim okunmamış kitaplarım arasına küçük dalışlar yapma fırsatım oldu. Yeni dönem, haftaya başlıyor.

Seminerle, daha doğrusu Mehmet Eroğlu ile, kitapla birlikte yazarını, dönemini, akımları, coğrafyayı, tarihi, siyaseti de okumayı öğrenmeye başladım. Halen öğreniyorum. Gittikçe günlük çalışma saatlerimi aşan iş döngümde nefes alabildiğim bir alanım var artık; nefes alabildiğim ve bir şeyler öğrendiğim. Güzel.

Aslında uzun uzun yazmak istediğim kitaplar kaldı, geçen senenin obsesif ajandasının notlarında ama şu an sadece ismen anmaya vaktim ve motivasyonum var. Belki bir gün daha özenli bir zaman ayırırım kendilerine, haklarını teslim edebilirim.

KİTAP

Bir kısım kitaptan geçen sene içinde bahsetmiş olsam da yeniden anmamın bir sakıncası olmadığını düşünüyorum. Bu sene kendimi aşarak 20000 sayfanın üzerinde okumuşum, yılın ilk üç ayında sürekli, takip eden aylarda aralıklı olarak işe gidiş gelişlerim esnasında otobüste geçen 2.5 saatimi saygıyla selamlıyorum.

Okuduğum onlarca kitaptan "kıymetlilerim"i belirlediğim noktada tek bir çocuk kitabı görüyorum, bu benim açımdan şaşırtıcı. Yine bu "kısa liste"de Sue Townsend ve Alexander McCall Smith kitapları dışında (Freedom'ı saymazsak) "neşeli" kitap da yok. Hüzün bağımlısı haline gelmediğimi umut ediyorum.

Listenin son üç kitabı seminer boyunca okuduklarımdan favorilerim. Kalpazanlar, bohem havasıyla gençlik hallerimi yakaladı. Ay ve Altı Peni, sanatçı ruhu inancımı destekledi. Karar Gecesi ise kısaca aktaramayacağım kadar enfesti, Castillo'nun diğer kitaplarını okumak farz oldu.

Seminer kapanışını Dostoyevski ile yaptık. Kumarbaz'a başlayıp, bitiremeyip, ileriye dönük okumalarıma sakladım (okumaktan kaçınıyorum, itiraf ettim, oh!). Budala neşeyle başladı, ıkınarak bitti. Karamazov Kardeşler ise omzumda bir çöküntü yarattı. Üç hafta boyunca kendisi çanta gezginim olduğu için omurlarım eğrildi. Son bir gayretle, yılın son hafta sonunda bitirdim ancak kendimi de bitirdim kitapla birlikte. Kitabın genelinden etkilenmiş olmakla birlikte zaman zaman ne okuduğumu kaçırdığım, uzun mu uzun bölümler oldu.

Kısa listemin beni en etkileyeni Joyce Carol Oates'un eşi Raymond Smith'in ani ölümü sonrasında yazdığı otobiyografik kitabı A Widow's Story oldu. Satır satır içime kazındı.

FİLM

İzlediklerimin ve kısa listemin çoğu geçmiş senelere ait. Yine de bu dört güzelin ismini anmam lazım.
 

-Adrian Tomine, Moonrise Kingdom için çizmiş-

SERGİ

Almanya maceram sağolsun, pek çok sergi gezme fırsatı buldum. Hatta galeri ve müzeleri keşfettikten sonra Münih yaşantımın ilk aylarında yaptığım aylaklıklar için hayıflandım. Aşağıdaki dörtlü, geçen yılın güzelleri.


TİYATRO


Tiyatro sezonunu Almanya'da geçirmekten muzdariptim, geçen iki senede. Sene sonunda Ankara Tiyatro Festivali ile bir nebze de olsa hasret giderdim oyunlarla. İzlediklerimin üç güzeli aşağıda yer alıyor.


Kayıp başladığı anda "Eyvah, 11 Eylül güzellemesi!" paniğine kapılmış olmakla birliktei, sonrasında hikaye kendisini açtıkça olayın kadın-erkek ilişkisi, bencillikler, öncelikler, statü vb.yle temas etmesiyle korkum boşa çıktı, ben rahatladım, gözlerim güzel bir oyun izledi, zihnim tatlı tatlı okşandı.

Kafesten Bir Kuş Uçtu, sürprizli oyun oldu. Oyun tarihinden önceki hafta başrolde oynayan Barış Falay sakatlanınca yönetim panik olmuş, iptal/devam kararı almakta zorlanmışlar. Çözümü başka bir oyuncunun eline oyun metnini vererek çözmüşler. İsmini bilmediğim ve en az Barış Falay kadar güzel deli olan bu oyuncu, oyun boyunca elindeki sayfalardan okuyarak "döktürdü". Diğer deliler de en az onun kadar başarılıydı.

Ayça Varlıer, hayatımda izlediğim en müthiş Alamancı karakterini oynadı, Leyla'nın Evi'nde. Kitabı okumadığım için uyarlama konusunda yorum yapmam mümkün değil ancak çok içten, kurgusu akıcı, sahnesi canlı bir oyun olduğunu söylmek istiyorum. Geçen senemin en güzel oyunuydu.

MÜZİK

Almanya sonrası "burada da güzel bir hayatım var" kişisel inandırma operasyonu eylemleri dahilinde normalde üşeneceğim bir takım hareketlerim oldu. Alaçatı Babylon'daki Oi Va Voi, Kuruçeşme'deki Beirut konserleri ile müzikli, tollili, canım arkadaşlarımın olduğu, deniz kenarı iki gece. Senenin kapanışını ise daha önce hiç canlı dinlememe becerisini gösterdiğim MFÖ konserinde sarhoş bir şekilde tüm şarkıları -biri hariç, onu bilmiyormuşum- bağıra çağıra söyleyerek yaptım. Sanırım yaş grubumun ezbere katılacağı nadir konserlerden birisiydi. Bir daha gelsinler, bir daha yapayım.

Yeni albümlerden Jehan Barbur'un Sarı'sı ve Ceylan Ertem'in Ütopyalar Güzeldir'i beni mutlu etti. İlkinde Eskiden'in ikinci versiyonu favorim oldu. Konserinde çok mutlu olamadım ama tahminen dinleyici genç güruhun enerjisine hafta içi yorgunluğuyla eşlik edemediğim için oldu bu. Ceylan Ertem'in   ise albüme isim veren Ferhan Şensoy şarkısı ve Cennetin Irmakları tekrar tekrar dinlediğim şarkılar şu anda.

Tollimin keşfi Imany ve A.G.G.'nin idolü Enrique Bunbury de geçen yılın güzel tanışmaları oldu.

-*-

Güzel geçsin yılımız.