30 Ocak 2013 Çarşamba

Dedem Bir Kiraz Ağacı

Bu dönem Roman İnceleme Semineri nispeten rahat ilerliyor, kitapları zamanında okuyup araya başka şeyler sıkıştırabiliyorum. Bugünün güzeli ise Angela Nanetti'nin Dedem Bir Kiraz Ağacı kitabı oldu. Kitaplığımdaki okunmamış kitap sayısını bir türlü aşağıya çekemezken ve kendime kitap alımına dair çeşitli ambargolar koyup uygulamada başarı gösteremezken, bir aralık ayı kaçamağı olarak edindim bu kitabı. Tamamen kitapçı raflarında gözgöze gelmemizle başladı samimiyetimiz.

Minnoş arabamı cumartesi gecesi biraz hırpalayıp ardından servise yolcu ettiğim için dün toplu taşımada geçen uzun saatlerimde bir kısım okunmamış çocuk kitabımla hovardalık yapma fırsatım oldu. Eve ulaştığımda motivasyonumu kaybetmeden Kiraz Ağacı'nı raftan aldım ancak yorgunluğumdan selamlaşmamız bu sabaha kaldı. 

Sabah servis yolculuğumun göz kapaklarıma baskı yaptığı son dakikalarında bile kitabı elimden bırakamadım. Dedeciğimi çok özlemiş olsam gerek.

Kitapta Tonino, babaanne ve dedesiyle aynı apartmanda yaşıyor, zaman zaman da yakınlarındaki bir köyde yaşayan anneanne ve Ottaviano dedesine ziyaretlerde bulunuyor. Sevgili Günışığı Kitaplığı, kitabın başında "Yabancı Adların Okunuşu" diye bir sayfa ayırmış ve Tonino'nun "Antonico'cuk" anlamında olduğunu fısıldamış. 

Her ne kadar köyde yaşamış dedemin -babamın babası, ki büyükbaba dedik hep kendisine- kiraz ağaçları olsa da, şehirde yaşamış dedemi -annemin babası- özledim kitabı okurken. Büyükbabam bize el salladığında henüz ilkokkulda olduğum için belki de, pek anı biriktirememişim onunla ilgili. Anacığımın babası ise üniversitede terki diyar eylediğinden her zaman daha canlı anılar, biraz daha fazla burun sızlaması var onu andığımda.

Üç kız babası dedeciğimin iki kız torunu olarak ablamla ben, bizim "güzel okullar" okumamız hep bir övünç kaynağıydı onun için. Üstümüzü başımızı düzgün giyinelim; bir koluna birimizi alsın da sokaklarda salınsın çok hoşuna giderdi. Bir de oturma odalarındaki sedirde dedem "uzun otururken" onun bacakları ile sedirin sırt minderleri arasında kalan üçgene sığışıp sırnaşma mücadelemiz vardı. Mual'e olan bitmek bilmez sevgisi (ve bence sabrı), ona sevgililer gününde almış olduğu çiçeklere yazdığı notlar; hacıdan beklenilmez incelikteydi.

Üniversitede 1. sınıfın dönem arası tatilinde bir pazar sabahı, yaz tatilinde bana teknik resim çalıştırma talebini canı gönülden kabul ettiğim kahvaltı sonrası ablamla okulumuza yollandık. Takip eden çarşamba akşamı cenazesi için artık yarım olan evlerindeydik.

Halen ne işe yaradığını anlayamadığım mühendislik diplomamı aldığım gün, en çok onun yanımda olmasını istedim. Ona dair en büyük hayalim benim mühendis olmamı görmesiymiş. Olmadı.

Ottaviano Dede, benim dedemden çok farklı. Belki biraz sevgileri benzeşiyor. Ama Tonino ile Ottaviano'nun tatlı hikayesi gerçekten okunmaya değer.

Yarın akşam dedemin tüm "enikleri" bir arada olacak. Sanırım en çok onu özleyeceğiz.


5 Ocak 2013 Cumartesi

Biten Yıla Saygı Duruşu

Yine aylardır dokunmadım bu sayfaya, çanta gezginlerim dışında. Düzensizliğimin kendi düzenim olduğunu bilir ama yine de anlamsız bir "düzen oturtma" çalışmasına girmekten kendimi alıkoyamam. "Süreç" içinde yorgun düşerim, tam düzen oturttuğumu düşündüğüm noktada yeni bir dürten çıkar, dengem bozulur. Bazen de ne yaptığımı, neye koşturduğumu düşünmeksizin kaptırırım kendimi akıntıya; bir dala takıldığım yerde sorarım kendime nerede olduğumu.

Böyle bitiverdi bir yıl daha. 

Yılın son çeyreğinde hep istediğim bir şey yaptım ve umag'ın Roman İnceleme Semineri'ne başladım. İkinci dönem ödevim olan İnce Memed'leri bitiremeyerekten sınıfta kalmış olsam da "gece okulu" ile eksiğimi kapatmaya çalıştım. Bu dönemde başka herhangi bir kitap okumaya zamanım olmadı. Ancak şimdi, dönem arasındayken, son aylarda bakıp bakıp iç geçirdiğim okunmamış kitaplarım arasına küçük dalışlar yapma fırsatım oldu. Yeni dönem, haftaya başlıyor.

Seminerle, daha doğrusu Mehmet Eroğlu ile, kitapla birlikte yazarını, dönemini, akımları, coğrafyayı, tarihi, siyaseti de okumayı öğrenmeye başladım. Halen öğreniyorum. Gittikçe günlük çalışma saatlerimi aşan iş döngümde nefes alabildiğim bir alanım var artık; nefes alabildiğim ve bir şeyler öğrendiğim. Güzel.

Aslında uzun uzun yazmak istediğim kitaplar kaldı, geçen senenin obsesif ajandasının notlarında ama şu an sadece ismen anmaya vaktim ve motivasyonum var. Belki bir gün daha özenli bir zaman ayırırım kendilerine, haklarını teslim edebilirim.

KİTAP

Bir kısım kitaptan geçen sene içinde bahsetmiş olsam da yeniden anmamın bir sakıncası olmadığını düşünüyorum. Bu sene kendimi aşarak 20000 sayfanın üzerinde okumuşum, yılın ilk üç ayında sürekli, takip eden aylarda aralıklı olarak işe gidiş gelişlerim esnasında otobüste geçen 2.5 saatimi saygıyla selamlıyorum.

Okuduğum onlarca kitaptan "kıymetlilerim"i belirlediğim noktada tek bir çocuk kitabı görüyorum, bu benim açımdan şaşırtıcı. Yine bu "kısa liste"de Sue Townsend ve Alexander McCall Smith kitapları dışında (Freedom'ı saymazsak) "neşeli" kitap da yok. Hüzün bağımlısı haline gelmediğimi umut ediyorum.

Listenin son üç kitabı seminer boyunca okuduklarımdan favorilerim. Kalpazanlar, bohem havasıyla gençlik hallerimi yakaladı. Ay ve Altı Peni, sanatçı ruhu inancımı destekledi. Karar Gecesi ise kısaca aktaramayacağım kadar enfesti, Castillo'nun diğer kitaplarını okumak farz oldu.

Seminer kapanışını Dostoyevski ile yaptık. Kumarbaz'a başlayıp, bitiremeyip, ileriye dönük okumalarıma sakladım (okumaktan kaçınıyorum, itiraf ettim, oh!). Budala neşeyle başladı, ıkınarak bitti. Karamazov Kardeşler ise omzumda bir çöküntü yarattı. Üç hafta boyunca kendisi çanta gezginim olduğu için omurlarım eğrildi. Son bir gayretle, yılın son hafta sonunda bitirdim ancak kendimi de bitirdim kitapla birlikte. Kitabın genelinden etkilenmiş olmakla birlikte zaman zaman ne okuduğumu kaçırdığım, uzun mu uzun bölümler oldu.

Kısa listemin beni en etkileyeni Joyce Carol Oates'un eşi Raymond Smith'in ani ölümü sonrasında yazdığı otobiyografik kitabı A Widow's Story oldu. Satır satır içime kazındı.

FİLM

İzlediklerimin ve kısa listemin çoğu geçmiş senelere ait. Yine de bu dört güzelin ismini anmam lazım.
 

-Adrian Tomine, Moonrise Kingdom için çizmiş-

SERGİ

Almanya maceram sağolsun, pek çok sergi gezme fırsatı buldum. Hatta galeri ve müzeleri keşfettikten sonra Münih yaşantımın ilk aylarında yaptığım aylaklıklar için hayıflandım. Aşağıdaki dörtlü, geçen yılın güzelleri.


TİYATRO


Tiyatro sezonunu Almanya'da geçirmekten muzdariptim, geçen iki senede. Sene sonunda Ankara Tiyatro Festivali ile bir nebze de olsa hasret giderdim oyunlarla. İzlediklerimin üç güzeli aşağıda yer alıyor.


Kayıp başladığı anda "Eyvah, 11 Eylül güzellemesi!" paniğine kapılmış olmakla birliktei, sonrasında hikaye kendisini açtıkça olayın kadın-erkek ilişkisi, bencillikler, öncelikler, statü vb.yle temas etmesiyle korkum boşa çıktı, ben rahatladım, gözlerim güzel bir oyun izledi, zihnim tatlı tatlı okşandı.

Kafesten Bir Kuş Uçtu, sürprizli oyun oldu. Oyun tarihinden önceki hafta başrolde oynayan Barış Falay sakatlanınca yönetim panik olmuş, iptal/devam kararı almakta zorlanmışlar. Çözümü başka bir oyuncunun eline oyun metnini vererek çözmüşler. İsmini bilmediğim ve en az Barış Falay kadar güzel deli olan bu oyuncu, oyun boyunca elindeki sayfalardan okuyarak "döktürdü". Diğer deliler de en az onun kadar başarılıydı.

Ayça Varlıer, hayatımda izlediğim en müthiş Alamancı karakterini oynadı, Leyla'nın Evi'nde. Kitabı okumadığım için uyarlama konusunda yorum yapmam mümkün değil ancak çok içten, kurgusu akıcı, sahnesi canlı bir oyun olduğunu söylmek istiyorum. Geçen senemin en güzel oyunuydu.

MÜZİK

Almanya sonrası "burada da güzel bir hayatım var" kişisel inandırma operasyonu eylemleri dahilinde normalde üşeneceğim bir takım hareketlerim oldu. Alaçatı Babylon'daki Oi Va Voi, Kuruçeşme'deki Beirut konserleri ile müzikli, tollili, canım arkadaşlarımın olduğu, deniz kenarı iki gece. Senenin kapanışını ise daha önce hiç canlı dinlememe becerisini gösterdiğim MFÖ konserinde sarhoş bir şekilde tüm şarkıları -biri hariç, onu bilmiyormuşum- bağıra çağıra söyleyerek yaptım. Sanırım yaş grubumun ezbere katılacağı nadir konserlerden birisiydi. Bir daha gelsinler, bir daha yapayım.

Yeni albümlerden Jehan Barbur'un Sarı'sı ve Ceylan Ertem'in Ütopyalar Güzeldir'i beni mutlu etti. İlkinde Eskiden'in ikinci versiyonu favorim oldu. Konserinde çok mutlu olamadım ama tahminen dinleyici genç güruhun enerjisine hafta içi yorgunluğuyla eşlik edemediğim için oldu bu. Ceylan Ertem'in   ise albüme isim veren Ferhan Şensoy şarkısı ve Cennetin Irmakları tekrar tekrar dinlediğim şarkılar şu anda.

Tollimin keşfi Imany ve A.G.G.'nin idolü Enrique Bunbury de geçen yılın güzel tanışmaları oldu.

-*-

Güzel geçsin yılımız.